Bir keresinde yasadışı silah taşıyan 18 yaşında bir genci tutuklamıştım. Bunun silahtan üçüncü gözaltısı olduğunu öğrendim; ikincisinin davası beklemedeydi. Arabasını aradık ve bir silah daha bulduk — dördüncü silahı. Ertesi gün, hakkında yakalama emri olan ve çete üyesi olduğu bilinen ağabeyi başka polisler tarafından tutuklandı. Onun da bir silahı vardı. Belli ki, bu genç ve ağabeyinin çete bağlantıları vardı, yasadışı silahlara kolayca erişebiliyorlardı ve toplum içine silahsız girmeye hiç niyetleri yoktu.
Şehrimdeki savcıların ise umurunda değildi. Savunma avukatıyla bir anlaşmaya vardılar ve genci "onarıcı adalet" programına gönderdiler; bu programda hapis cezası, şartlı tahliye ve gözetim yoktu. Dava fiilen düşmüş oldu. Bu hiç de hoşuma gitmedi ama açık fikirli olmaya çalıştım. Sadece 18 yaşında. Belki de gerçekten işler yolunda gider, diye düşündüm. Belki doğru yolu bulur.
Birkaç ay sonra bir adamı vurarak öldürdü.
Asıl çılgın olan şey ise, bu hikâyenin sonunu okumadan önce nasıl biteceğini biliyordunuz. Ben nasıl biteceğini daha olay olurken biliyordum. Sözde "ilerici" bir savcının olduğu bir şehirde çalışan herhangi bir Amerikan polis de (ve muhtemelen normal savcıların olduğu şehirlerde çalışmış polisler bile) size benzer bir hikâye anlatabilir. Savcıların böyle şeyler yapmaması gerektiği herkesin malumu. Ama yine de yapıyorlar.
Benim için durumun en kötü yanı, bu konuda yapabileceğim hiçbir şey olmamasıydı. Savcıları şikâyet edebileceğimiz bir sivil gözetim kurulu yok. Baro kurallarını da ihlal etmiyorlar. Bir savcıya dava açmayı reddettiği için dava açamazsınız ya da bir hâkime itiraz edip kararı tersine çevirtemezsiniz. Bunun gibi bir savcının olduğu bir şehirde yaşıyorsanız, bir sonraki seçime kadar yerinize oturup katlanmak zorundasınız.
Peki gerçekten öyle mi?
Bu yazı gerçekten uzun ve bunun için özür dilerim. Eğer atlamak isterseniz, yazıyı dört bölüme ayırdım. I. Bölüm, toplumsal sözleşmenin, hükûmetin vatandaşların can ve mallarını diğer bireysel hakları koruduğu gibi korumasını gerektirdiğini savunuyor. II. ve III. bölümlerde yerel yönetimlerin yapısı ve mevcut yasal kuralların, yerel yönetimlerin vatandaşların can ve mal güvenliğini korumayı reddetmelerinin yanına kâr kalmasına nasıl mahal verdiği açıklıyor. IV. Bölüm, kamu güvenliğine ilişkin bireysel hakkın seçmenlerin merhametine bağlı olmaması için, vatandaşların kendilerini korumayan yerel yönetimleri cezalandırmalarını sağlamak üzere tasarlanmış bir çözüm politikaları taslağı çiziyor.
I. Toplumsal sözleşme
1600'lerde, İngiltere'de kanlı bir iç savaş sırasında Thomas Hobbes Leviathan'ı yayınladı. Hobbes, insanların başlangıçta tamamen özgür olduklarını (doğa durumu) ve hükûmetin bir tür sözleşme olduğunu öne sürdü. İnsanlar doğa durumunda yaşamak istemezler çünkü anarşi tehlikelidir ve şiddetli saldırılara ya da mallarınızın çalınmasına karşı her zaman teyakkuzda olmanız gerekir (herkesin herkese karşı savaşı). İnsanlar anarşiden hoşlanmadıkları için, çoğu insan bir egemen gücün koruması karşılığında mutlak özgürlükten vazgeçmeyi kabul eder. Egemen, herkesin canını ve malını koruyarak anarşiye son verir ve karşılığında yönetme hakkını elde eder.
Leviathan'ın yayınlanmasından kısa bir süre sonra John Locke Hükûmet Üzerine İkinci İnceleme'yi (Two Treatises on Government) yayınladı. Locke, Hobbes'un önerdiği toplumsal sözleşme fikrinden yararlandı ancak bazı yeni terimler eklemek istedi. Eğer bir hükûmetin varlığının amacı hayatınızı, özgürlüğünüzü ve mülkünüzü özel şiddet ve hırsızlıktan korumaksa, devletin kanunsuz bir şekilde hayatınızı, özgürlüğünüzü ve mülkünüzü almasından da korunmanız gerekmez mi? Locke’un vardığı sonuca göre cevap evet. Bir egemen kanunsuzca hareket edip halkın haklarını ihlal ettiğinde egemen, toplumsal sözleşmeyi ihlal etmiş olur. Bu gibi durumlarda, halkın hükûmeti devirip yeni bir hükûmet kurma hakkı doğar.
Burada siyaset felsefesini epey basitleştirerek anlattım, Locke ve Hobbes'u pek çok eleştiren var ve diğer yazarlar da bu kavramları yeniden ele almış ve geliştirmiş. Ancak Locke'un çalışmasının önemli olduğunu düşünüyorum çünkü ABD’nin kurucularını etkilemiştir –özellikle de Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'ni yazarken kendisinden yararlanan Jefferson. Sömürgeci atalarımız zalim krallar ve parlamentolar konusunda çok endişeliydi, bu yüzden Anayasa ve Haklar Bildirgesi, hükûmetin İngilizler gibi bireysel hakları ihlal etmesine imkân vermemeye odaklanıyor. Ancak Kurucuların bireysel haklar hakkındaki Lockeçu kaygıları, dolaylı olarak Hobbesçu bir egemenin1 yasaları uygulayacağını, anlaşmazlıkları çözeceğini ve özel şiddete karşı koruma sağlayacağını farz ediyordu.
Benim çıkarımıma göre, Amerikan toplumsal sözleşmesinin iki temel parçası var:
Hobbesçu kısım: Hükûmet, insanları ve mülklerini üçüncü tarafların şiddetine ve hırsızlığına karşı koruyacaktır.
Lockeçu kısım: Hükûmet bireylerin negatif haklarına saygı gösterecek ve keyfî değil, yasalara uygun hareket edecektir.
Toplumsal sözleşmenin Lockeçu ve Hobbesçu kısımları bariz gerilim içindedir ve zaman zaman hükûmete birbiriyle çelişen yükümlülükler yükleyecektir. Amerikalılara tiranlık dendiğinde genellikle bireysel hakları ihlal ederek toplumsal sözleşmenin Locke'çu kısmını sistematik olarak ihlal eden bir hükûmeti düşünürler. Ancak bir hükûmetin meşruiyeti, anlaşmanın sadece Locke'çu kısmını değil, her iki kısmını da idame etmesinden gelir. Negatif yasal hakları cezasızlık yoluyla ihlal eden bir hükûmet tirandır, ancak vatandaşların canlarını ve mallarını korumak için olumlu bir şekilde hareket etmeyen bir hükûmet ise işe yaramazdır.
II. Anarko-tiranlık
1990'larda Samuel Francis adlı eski muhafazakâr bir yazar "anarko-tiranlık" ifadesini ortaya attı. Francis anarko-tiranlığı şu şekilde tanımlıyor:
Diyalektik zıtlıklar gibi görünen şeylerin Hegelci bir sentezi: Masum ve yasalara uyan kişilere yöneltilen baskıcı hükûmet gücü ve eş zamanlı olarak bu gücü, koruma veya kamu güvenliği gibi temel kamu görevlerini yerine getirmek için kullanma yeteneği veya iradesinin acayip bir şekilde felce uğramasının birleşimi.
Francis oldukça ırkçıydı ve beyazların üstünlüğünü savunan çevrelerde önemli bir figür haline geldikten sonra 2005 yılında öldü. Ancak anarko-tiranlık fikri muhafazakârlar arasında yaşamaya devam ediyor –Michelle Malkin kısa süre önce bu terimi 2020 yılında George Floyd protestolarından doğan isyanları tanımlamak için kullandı.
Twitter'da San Francisco Chronicle @sfchronicle:
“Kent sakinleri ve liderleri cevap arıyor: Hırsızlıkları kent yaşamının bir parçası olarak kabul edip evlere barikat kurmaya mı odaklanmalı? Tekrar suç işleyenler rehabilitasyon hizmeti almalı mı veya daha fazla suç işlememeleri için hapsedilmeli mi? trib.al/Ut30VTF
Trafik yasalarını uygulamak için polis memurları yerine kameraların kullanılması, anarko-tiranlığa katkıda bulunan politikalara bir örnek. Bir şehir polisi hız sınırının 11 mil üzerinde gittiğinizi görürse, muhtemelen sizi görmezden gelecek ve daha şüpheli araçları durdurmaya odaklanacaktır –belki sahte geçici plakalı bir araç (çalıntı, kayıtsız veya ehliyetsiz) veya yolu takip etmeyen (belki sarhoş olan) bir araç. Öte yandan trafik kamerası, sarhoş sürücüleri ve araç hırsızlarını görmezden gelirken size 200 dolarlık bir ceza postalayacaktır. Suçlular cezasız kurtulurken (ceza alsalar bile asla ödemezler) siz çoğunlukla yasalara uyan bir kişi olduğunuz ve aracınızı kaydettirdiğiniz için bedel ödersiniz.
Francis'in ırkçılığı bir yana, anarko-tiranlık Amerika'daki herhangi bir ırksal grubu etkileyebilse de, en çok zenci Amerikalılara zarar verdiğini düşünüyorum. Jill Leovy'nin Ghettoside kitabında yazdığı gibi, Jim Crow aslında orijinal anarko-tiranlıktı. Yeniden yapılanma sonrası Güney'deki zenci Amerikalılar, başıboş dolaşmak gibi küçük yasa ihlalleri nedeniyle sürekli olarak cezalandırılıyor ve günlük yaşamın yaygın bir şekilde düzenlenmesine tabi tutuluyordu. Ancak zencilere karşı işlenen cinayet ve tecavüz gibi büyük suçlar, kimin işlediğine bakılmaksızın, hemen hemen cezasız kalıyordu. Buna karşılık, topluluklar kendi kendilerine yardım etmeye yöneldi.
Leovy ayrıca bugün birçok büyük şehirde benzer koşulların devam ettiğini savunuyor. Zenci Amerikalılar küçük ihlaller söz konusu olduğunda çok fazla gözetime maruz kalırken, cinayet gibi büyük suçlar büyük ölçüde çözülemiyor. Amerika'da her on katilden dördünün yaptığı yanına kâr kalıyor ve cinayetlerin ve silahlı saldırıların faili meçhul kalma oranı, kurban zenci olduğunda daha da yüksek. Şiddete karşı hatırı sayılır bir korumanın olmaması, ceza adaleti sisteminin siyah topluluklar nezdindeki meşruiyetini ortadan kaldırırken, aileler ve arkadaşların intikam peşinde koşması ile sonu gelmeyen bir öç şiddeti döngüsüne sebep oluyor. Leovy'nin aşırı gözetimin neyin oluşturduğuna dair anlattıklarına katılmıyorum, ancak burada anlattıklarının anarko-tiranlığa çok benzediğini belirtmek isterim.2
Malkin gibi sağcı yazarlar sıklıkla anarko-tiranlığın liberal kötü niyetten kaynaklandığını iddia ediyor. Ben buna katılmıyorum. Kasıt gerektiren sıradan tiranlığın aksine, anarko-tiranlık basitçe ihmal yoluyla ortaya çıkabilir. Tek gereken, devlet kapasitesinin kademeli olarak zayıflaması. Vergi faturalarını ve ihtarnameleri vatandaşlara postalayacak ve ödenmemiş borçları kredi kuruluşlarına bildirecek kadar işlevsel bir yerel yönetim düşünün. Şimdi aynı yerel yönetimin bir yandan da silahlı suçluların insanları soymasını ve öldürmesini sürekli olarak engelleyemeyecek kadar zayıf olduğunu düşünün.
Baltimore'da işletme sahipleri, belediyeyi yasayı uygulamaya başlamazsa vergi ve ruhsat harçlarını ödememekle tehdit ettiler ancak hiçbir zaman tehditlerini yerine getirmediler.
Hobbesçu bir bakış açısıyla, şiddeti önleyemeyen herhangi bir hükûmet kendini de savunamayacağı ve çökeceği için anarko-tiranlık imkânsız olmalıdır. Ancak bu durum Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yerel veya il yönetimleri için geçerli değil ve olmayacaktır da. Amerikan ekonomisi kredi puanları ve elektronik bankacılık üzerine kurulu, bu nedenle hukukî ceza tehdidi, tüm yasaları tamamen görmezden gelmek istemeyen herkesi kontrol etmek için yeterlidir. Yerel yönetimler polis dairelerini ve savcılıkları kontrol ederken, eyalet ve federal hükûmetlerden mali destek ve askeri koruma elde ederler. Dolayısıyla zayıf bir yerel yönetim, fiili bir anarko-tiranlık olarak ebediyen faaliyet gösterebilir –yaygın özel şiddeti durduramayacak kadar zayıf, ancak başkalarının müdahale etmesini engelleyebilecek kadar güçlü.
Portland'ı ele alalım. İşletmeler 911'i aramaktan bıktı çünkü polisin müdahale etmesi saatler sürüyordu. Bu yüzden düzinelerce işletme şehir merkezinde devriye gezmesi için Echelon Koruma Hizmetleri adında özel bir güvenlik gücü tuttu ve artık yardım için polis yerine Echelon'u arıyorlar. Ancak Echelon'u Portland'ın Hobbesçu egemeni yapmak iyi bir fikir olsa bile (ki değil!) bu asla gerçekleşmeyecek. Portland hükûmeti şu anda Echelon'u "sorumlu" tutmaya odaklanmış durumda. Bölge Savcısı Echelon korumaları tarafından bildirilen suçları kovuşturmayı reddediyor, şehir yönetimi hukuk davası açmakla tehdit ediyor ve eyalet yasama organı özel güvenlik şirketleriyle ilgili yeni yönetmelikler hazırlıyor. Portland hükûmeti katilleri durduracak kadar işlevsel değil, ancak düzenleyici eylem ile tehdit etmek, Echelon'un yönetimi ele geçirmesini engellemeye yetiyor.
https://www.opb.org/pdf/10142020%20-%20Echelon%20Issues%202_1638410314426.pdf
III. Yasal Rejim
Hükûmet hem Hobbesçu koruma sağlamak hem de Lockeçu haklara saygı göstermekle yükümlü olsa da mevcut hukuk sistemi neredeyse tamamen ikincisine odaklanmakta. ABD’deki baskın hukuk felsefesi türleri liberalizm ve orijinalizmdir. Liberalizm tabii ki bireysel hakların korunmasına odaklanır; orijinalizm ise ismen daha muhafazakârdır ancak aşağı yukarı aynı şeyi yapıyor çünkü Kurucular Lockeçu fikirlerin çok etkisinde kalmış. Sonuç olarak, Amerikan hukuk sistemi Lockeçu hakların bireyler tarafından kullanılmasına izin verirken, Hobbesçu hakların kolektif suçlardan korunması gerektiğini düşünmekte.
Bir birey olarak, Lockeçu Dördüncü Anayasa Maddesinde (Fourth Amendment) yer alan yetkisiz arama ve el koymalardan muaf olma hakkınızı mahkemede çeşitli şekillerde ileri sürebilirsiniz. Bir suçtan dolayı yargılanıyorsanız, yasadışı olarak elde edilen kanıtların hariç tutulmasını isteyebilirsiniz. Devlet görevlilerine maddi hasarlar için dava açabilirsiniz. Bir tedbir kararı talep edebilir ya da bir tüzük veya politikanın anayasaya aykırı ilan edilmesini isteyebilirsiniz.
Peki ya tam tersi durum? Ya hükûmet kimseyi aramayı ya da el koymayı reddederse ve tüm polislere haftalarca altı blokluk bir bölgeden uzak durmalarını emrederek toplumsal sözleşmenin Hobbesçu kısmını çiğnerse? Ya hükûmet özel şiddete karşı herhangi bir koruma sağlamayı apaçık reddederse?
Twitter'da Brandi Kruse @BrandiKruse:
“Seattle Polis Karakolu, memurlarına #CHAZ dahilindeki hizmet çağrılarına, "kitle zayiatı olayı olmadığı sürece" intikal etmemelerini tavsiye ediyor. Diğer çağrılar için ise, merkezin arayan kişiyi bölge dışındaki polis memurları ile irtibata geçirmesi tavsiye ediliyor. Bu bölgenin Cal Anderson Park'ın tamamını kapsıyor.”
Ya bu bölgede kolluk kuvveti olmadığı için üçüncü parti bir şahıs tarafından vurularak öldürülürseniz? Aile üyeleriniz hükûmete dava açabilir mi? Hayır. Hükûmetin özel şiddete karşı koruma sağlayamaması anayasaya aykırı değil:
“Yargı Süreci Maddesinin (Due Process Clause) dilindeki hiçbir şey, Devletin vatandaşlarının hayatını, özgürlüğünü ve mülkiyetini özel faillerin tecavüzüne karşı korumasını gerektirmez. Yargı Süreci Maddesi belirli asgari düzeyde emniyet ve güvenlik garantisi olarak değil, Devletin hareket etme yetkisi üzerinde bir sınırlama olarak kaleme alınmıştır.”
"Kamu görevi doktrini" (public duty doctrine) olarak adlandırılan benzer bir kural haksız fiil hukukunda da mevcuttur. Sizi suçtan korumayı ihmal ettiği için hükûmete dava açamazsınız çünkü hükûmetin vatandaşları koruma görevi herhangi bir bireyden ziyade toplumun geneline karşıdır. Bazı bireysel silahlanma yanlılarından "Polis sizi korumakla yükümlü değil, o yüzden silahlanın!" argümanını duymanızın nedeni işte bu kural. Tabii ki polis dairelerinin genellikle memurların vatandaşları korumasını gerektiren politikaları vardır ve çoğu polis memuru aslında insanları korumak ister. Ancak bunu yapmadıkları takdirde hiçbir yasal çare olmadığı da doğru.
Daha da kötüsü, ABD’de savcılar neredeyse sınırsız bir takdir yetkisine sahip ve hakimler ve savcılar takdire bağlı kararlar için mutlak dokunulmazlık elde ediyor. Böylece Cook County Eyalet Savcısı Kim Foxx, Chicago'da saldırgan ile kurbanın "karşılıklı çatışmaya" girdiğini ileri sürerek katilleri yargılamayı reddedebiliyor. Kurbanın ailesi Kim Foxx'u yargı davası açmaya zorlamak için dava açamayacağı gibi, Foxx'un yargı davası açmayı reddetmesinin ardından zanlı başka birini öldürürse, zanlının gelecekteki kurbanlarından herhangi biri de dava açamaz. Teorik olarak Foxx yarın hiçbir katil hakkında yargı davası açmayacağına karar verse bile, muhtemelen yine de dava edilemez. Tek çare vatandaşların bir araya gelerek Foxx'u siyasi süreç yoluyla görevden almaları olur ki bu da en iyi ihtimalle güvenilmez bir çözüm.
Şiddet suçları en son bu kadar arttığında, "mağdur hakları" kavramı dikkat çekmeye başlamıştı. Kongre ve eyalet yasama organları, çoğu hala yürürlükte olan "mağdur hakları" yasa tasarılarını kabul etmişti. Bu retorik olarak güçlü bir yaklaşımdı –eğer suçluların hakları varsa, mağdurların neden olmasın? Ancak "mağdur hakları" çoğunlukla işe yaramaz şeyler. Sadece prosedüre ilişkin haklar olup suçlunun cezasının infazında konuşma hakkı gibi şeylerden oluşuyor. Bu hakların çoğu, bir suçlu yakalanıp suçlanana kadar devreye girmiyor. Jeffrey Epstein'ın mağdurları, Epstein'ın 2007 yılında Adalet Bakanlığı ile yaptığı cömert takipsizlik anlaşmasını geçersiz kılmak için federal mağdur hakları yasası kapsamında yıllarca dava açtılar ve hiçbir sonuç alamadılar.
IV. Çözüm politikaları
Eğer 1) özel şiddete karşı korumanın devletin toplumun genelinden ziyade bireylere borçlu olduğu bir görev olduğuna, 2) ABD’deki çok sayıda yargı bölgesinin bunu sağlamakta başarısız olduğuna ve 3) mevcut yasanın yeterli bir çözüm sunmadığına inanıyorsanız, şimdi ne yapılabileceği sorusuna gelmeliyiz. Şehir yönetimlerinin CHAZ bölgelerine izin vermesini nasıl engelleyebilir ve savcıları katilleri kovuşturmaya nasıl zorlayabiliriz? Fiziksel güvenliğin artık düşük katılımlı,ara seçim ve kapalı ana seçimlerin sonucuna bağlı olmaması için bireyler devleti kendilerini korumaya nasıl zorlayabilir?
A. Asgari polis kadrosu yasalarının çıkarılması
Bazı şehir ve eyaletlerde halihazırda asgari miktarda asgari polis finansmanı veya personeli gerektiren tüzük hükümleri veya kanunlar bulunuyor. İlginçtir ki bunlardan biri de Minneapolis ve şehir yönetiminin "ikamet eden kişi başına en az 0,0017 kişilik bir polis gücüne fon sağlamasını" şart koşuyor. Polis karşıtı aktivistler geçen sonbaharda yapılan bir seçimde bu hükmün Minneapolis şehir tüzüğünden çıkarılmasını sağlamaya çalıştılar ancak bu çaba başarısızlıkla sonuçlandı. Bu tüzük hükmü olmasaydı, Minneapolis'teki suç durumunun şu anda olduğundan daha da kötü olacağını söylemek mümkün.
Halk oylaması süreci olan büyük şehirlerde bunu yapmak nispeten kolay. Kısa süre önce Austin'de denendi ve her ne kadar A Önerisi (Proposition A) nihayetinde yenilgiye uğramış olsa da umarım destekçiler tekrar dener ve diğer şehirlerde de benzer çabalar görürüz. Minneapolis örneğinin de gösterdiği gibi, fazla liberal şehir yönetimleri ve seçmenler bile genellikle polisin fonlarının kesilmesine karşı çıkıyor, hele hele şiddet suçları şu anda olduğu gibi artıyorsa.
Eyalet yasama organları da müdahale edebilir. A Önerisi'nin yenilgiye uğramasının Austin'deki polis personeli üzerinde hiçbir etkisi olmamıştı, çünkü Teksas yasama organı zaten şehirlerin polis bütçelerini azaltmasını yasadışı hale getirmek için gerekeni yapmıştı. Missouri'de eyalet yasaları şehirleri genel fon gelirlerinin en az %20'sini polislik için harcamaya zorluyor. Kansas City belediye başkanı geçen yıl bu kentin polis bütçesini 42 milyon dolar azaltmaya çalıştığında, bir yargıç kente bu parayı geri vermesine hükmetti.
Bu yaklaşımla ilgili en büyük sorun ise yaptırımlar. Minneapolis'te bir yargıç şehir yönetimine daha fazla polis memuru işe almasını emretti ancak buna uyması için şehre bir yıl süre verdi. Bu süre zarfında cinayet oranı iki katına çıktı. Polis fonunun kesilmesini yasaklamaya yönelik gelecekteki çabalar, seçilmiş yetkilileri de ihlallerden şahsen sorumlu kılmalı –polis personeli gerekli asgari sayının altına düşerse, meclis üyeleri ve belediye başkanı durum çözülene kadar günlük para cezaları ödemeli veya suç mağdurları suçun neden olduğu yaralanma ve zararlar için dava açma hakkına sahip olmalı.
B. Savcıların takdir yetkisini elinden almak
Amerikalı savcılar tarihleri boyunca sınırsız bir takdir yetkisine sahipti, ancak artık bunun sona ermesinin zamanı geldi. Darrell Brooks'un altı masum insanı aracıyla ezerek öldürdüğü Waukesha katliamını düşünün. Suçu kariyer edinmiş olan Brooks'un (birinde silahla bir kişiye ateş ettiği) iki açık ağır ceza davası vardı ve cinayetlerden önce de bir kişiye saldırırken arabayı silah olarak kullanmaktan tutuklanmıştı. Ancak Milwaukee Bölge Savcısı John Chisholm'un ofisindeki bir savcının Brooks'un serbest bırakılması için sadece 1.000 dolar kefalet ödemesini talep etmesi üzerine aynı gün serbest bırakıldı. Birkaç gün sonra yine dışarıda insanları katletmeye devam etti.
Chisholm, kefalet talebinin "uygunsuz bir şekilde düşük" olduğunu söyleyerek ve bir "iç inceleme" yapılacağı sözünü vererek ofisinin ihmalkâr davrandığını az çok kabul etti. Ancak Chisholm, Brooks'un davasını basit bir hata olarak gösterirken, daha önce de politikalarının bir gün böyle bir sonuca yol açacağını tahmin etmişti:
“Benim yönlendirdiğim ya da tedavi programına aldığım kişilerden, dışarı çıkıp birini öldürecek biri çıkacak mı? ... Tabii ki. Kesinlikle. Bunun olacağı garanti. Bu genel yaklaşımı geçersiz kılmaz.”
Bu tutum, "Bazılarınız ölebilir, ama bu fedakârlığı yapmaya hazırım!" kamu güvenliğinin kolektif bir hak olduğu yönündeki hâkim görüşle tutarlı. Ancak vatandaşların devlet tarafından korunmak için bireysel bir hakka sahip olduğu inancına göre, bu delilik. Chisholm'un suçlu sanıklar için de benzer bir şey söylediğini düşünün: "Suçla mücadele ederken, bazı masum insanların hapse gireceğini garanti ederim, ancak bu genel yaklaşımı geçersiz kılmaz." Eğer kamu güvenliği bir medeni hak ise, hükûmet yetkililerinin "toplumun iyiliği" için suçluların birkaç kişiyi öldürmesine müsaade etmesi kabul edilemez.
Chisholm'un böyle bir yetkisi olmamalı, aslında hiçbir savcının olmamalı. Savcının takdir yetkisini doğal karşılıyoruz, ancak birçok Avrupa ülkesinde kovuşturma zorunlu bir görev. Eğer bir dava reddedilirse, savcı davayı reddetmek için yeterli bir gerekçe göstermek zorunda. Savcı bir dava açmayı reddeder ya da davayı düşürürse, mağdur savcının kararını bozabilecek bir hâkime başvurarak bu redde itiraz edebilir. Savcılar sırf hoşlarına gitmediği için yasanın belirli bölümlerini tamamıyla uygulamayı reddedemezler. Bildiğim kadarıyla, eyalet yasama organlarının benzer yasaları burada da kabul etmesini engelleyen hiçbir şey yok. Savcılar kesinlikle zorunlu kovuşturmanın uygulanamaz olduğunu söyleyecektir, ancak diğer ülkelerde gayet iyi işliyor gibi görünüyor.
Bir diğer seçenek de kamu görevi doktrinini ortadan kaldırarak ve mutlak dokunulmazlığı ellerinden alarak savcıları vatandaşları korumada ihmalkâr davranmaktan sorumlu tutmaktır. Chisholm'un ofisinin, ihmalkâr olduğunu zaten açıkça kabul etmişken, Waukesha mağdurlarının açacağı davalarla karşı karşıya kalmaması için hiçbir neden yok. Yasama organları, takdir yetkisini dayanaklı bir şekilde kullanmayan savcılara karşı haksız fiil davaları açabilir. Böyle bir yasa, mutlak dokunulmazlığın bir savunma olmasını da engellemelidir. Elbette savcılar kendi yetki alanlarında meydana gelen her suç için mağdurlara karşı sorumlu olmamalı; sadece makul bir şekilde hareket ederek önleyebilecekleri suçlar için sorumlu olmalılar. Chisholm, kurbanların ailelerinin milyonlarca dolarlık davalar açması ihtimalini düşünmek zorunda kalsaydı, seçmenlerinin öldürülmesi konusunda bu kadar rahat davranmayacağını garanti edebilirim.
C. Model veya uygulama (pattern-or-practice) davalarını kullanmak
Virginia'da yeni seçilen Başsavcı Jason Miyares görevine ofisin tüm medeni haklar personelini kovarak başladı. Bu dürtüyü anlıyorum –bu insanların çoğu muhtemelen suç yanlısı aktivistler– ancak daha iyi bir seçenek mevcut. Virginia kısa bir süre önce başsavcıya anayasayı ihlal eden bir "model veya uygulama" içinde olan kolluk kuvvetlerini soruşturma ve dava etme yetkisi veren bir yasayı kabul etti. Bu yasa, Adalet Bakanlığı'na yerel yönetimleri anayasaya aykırı davranış model veya uygulamaları nedeniyle soruşturma yetkisi veren federal bir yasayı örnek alıyor. Geçmişte, Cumhuriyetçi siyasetçiler göreve geldiklerinde bu yetkiyi kullanmayı reddettiler. Reddetmek yerine bu yetkiyi suç mağdurlarını korumada başarısız olan yargı bölgelerine karşı kullanmalılar.
Daha önce model ya da uygulama davalarını eleştirmiştim, özellikle de Adalet Bakanlığı'nın Medeni Haklar Bölümü şu anda polisin fonlarının kesilmesini savunan bir kişi tarafından yönetildiği için. Ancak bir imkân da görüyorum. Bir sonraki Cumhuriyetçi3 Başkan ve Başsavcı Medeni Haklar Bölümüne, yasaları uygulamayı reddeden ilerici savcıları soruşturmaya başlaması ve cinayet oranlarının çok yüksek olduğu şehirlere karşı, bu şehirlerin On Dördüncü Değişikliği ihlal ettiği teorisiyle davalar açması emrini vermeli. Miyares gibi Cumhuriyetçi Başsavcılar da eyalet düzeyinde benzer adımlar atabilir.
Philadelphia'yı ele alalım: demografik olarak şehrin %44'ü zenci, %44'ü beyaz, ancak Philadelphia'daki silahlı saldırı kurbanlarının %84'ü siyah.
2021 Philadelphia Silahlı Saldırı Kurbanları. Kaynak: Şehir Sayıştayı
Bu, On Dördüncü Değişikliğe göre bir eşit koruma ihlali. Zenci ve beyazların eşit olduğu bir şehirde, zenciler beyazlara kıyasla on iki kat daha fazla vuruluyor. 2021'de Philadelphialı zencilere yönelik 391 ölümcül cinayetten sadece %25'i bir davayla ilişkilendirilmiş; yani Philadelphia'da bir zenci öldürenlerin dörtte üçü, ya dava çözülemediği ya da bölge savcısı dava açmayı reddettiği için cezasız kaldı. Cumhuriyetçi Parti tarafından yönetilen bir sonraki Adalet Bakanlığı, Philadelphia Polis Dairesini ve Philadelphia Bölge Savcılığını, zenci Philadelphialıların kanunlardan eşit korunma hakkını ihlal ettikleri için soruşturma başlatmalı ve dava etmeli.
Bunun çılgınca olduğunu düşünebilirsiniz, ancak bunun halihazırda açık bir emsali var. 2012 yılında Obama’nın Adalet Bakanlığı, Missoula Polis Dairesi ve Missoula İlçe Savcılığı hakkında cinsel saldırı mağdurlarını koruyamadıkları için soruşturma başlatmış ve bunun On Dördüncü Değişiklik kapsamında cinsiyet ayrımcılığı olduğunu iddia etmişti. Missoula Polis Departmanı bir rıza anlaşmasına zorlandı. Adalet Bakanlığı, İlçe Savcılığı'nı resmen cinsiyet ayrımcılığı yapmakla suçladı ve 2014 yılında onlarla bir anlaşmaya vardı. Eğer Adalet Bakanlığı tecavüzü önlemede başarısız olan yerel yönetim ve savcılıklara cinsiyet ayrımcılığı davası açabiliyorsa, aynı şeyi zenci Amerikanları ölümcül silah şiddetinden korumada başarısız olan şehirlere de yapmaması için hiçbir neden yok.
D. Anayasal hale getirmek
Liberal hukuk savunucu gruplar, yeni anayasal haklar da dahil olmak üzere yeni kanunlar oluşturmayı amaçlayan dava kampanyaları yürütme konusunda uzun zamandır ustalaştılar. Uzun yıllar, akıllıca avukat çalışması ve çok fazla para gerekecek, ancak benzer bir strateji, mahkemelerin bir devletin özel şiddete karşı makul koruma sağlamamasının On Dördüncü Değişikliğin eşit koruma maddesini ihlal ettiğini kabul etmesini sağlamak için de kullanılabilir. Yasa metninden başlayalım:
“Hiçbir eyalet, Birleşik Devletler vatandaşlarının ayrıcalıklarını ya da dokunulmazlıklarını kısıtlayacak herhangi bir yasa tasarlayamaz ya da uygulayamaz; hiçbir eyalet, herhangi bir kişiyi, yasal süreç olmaksızın yaşamından, özgürlüğünden ya da mülkiyetinden yoksun bırakamaz; ya da kendi yetki alanı içindeki herhangi bir kişiyi yasaların eşit korumasından yoksun bırakamaz.”
Eşit koruma ile ilgili tartışmalar "eşit" kelimesine odaklanıyor. Ancak "koruma" kelimesinin de bir anlamı olduğunu gözden kaçırıyor gibiler. Eğer devletler herkese eşit davranmak zorunda olsaydı ve eşit koruma herkesi anarşiye maruz bırakarak sağlanabilseydi, o zaman muhtemelen Değişiklikte "koruma" kelimesi kullanılmazdı. Bir de yargı yetkisi ile ilgili kısım var. Eğer On Dördüncü Değişiklik sadece devlet eylemlerini sınırlıyorsa, "kendi yetki alanı içindeki" ifadesi gereksiz, çünkü devletlerin diğer eyaletlerdeki veya yurtdışındaki insanlar üzerinde hiçbir zaman yetkisi olmamıştır. Ancak eyaletlerin insanları korumak için olumlu bir görevi varsa, o zaman bu dil bir amaca hizmet eder. Bu ifade olmasaydı, New York'taki bir kişi Louisiana hükûmetinin kendisini korumakla yükümlü olduğunu iddia edebilirdi.
Analizim 1860'larda Yeniden Yapılanma Kongrelerinin (Reconstruction Congresses) çözmeye çalıştığı sorunlarla da tutarlı. Leovy'nin çalışmasının da gösterdiği gibi, Yeniden Yapılanma döneminde Güney'de zenci Amerikanlara yönelik şiddet sadece devlet failleri tarafından uygulanmıyordu; özel şiddet de önemli bir sorundu. Tarihsel uzlaşı, Kongre'nin On Dördüncü Değişikliği, 1866 tarihli Medeni Haklar Yasası'nın (Civil Rights Act of 1866) anayasaya uygun olmasını sağlamak için kabul ettiği yönünde. 1866 Yasası bir dizi hakkı korurken, bunlardan biri de "kişi ve mal güvenliği için tüm yasa ve işlemlerden tam ve eşit yararlanma" hakkıydı. Yeniden Yapılanma Kongreleri, eyaletleri toplumsal sözleşmenin Hobbes’çu kısmını yerine getirmeye zorlamak istemiş gibi görünüyor.
On Dördüncü Değişikliğin bu analizine göre, bir CHAZ bölgesinin oluşmasına izin vermek anayasaya aykırı ve buna izin veren hükûmet yetkilileri sonuç olarak yaralanan herkese karşı sorumlu. Tabii ki Yüksek Mahkeme henüz bu konuda benimle aynı fikirde değil, ancak savunuculuk davaları bunun içindir. Kamu güvenliğine odaklanan yasal savunma grupları, Seattle CHAZ bölgesi, George Floyd Meydanı çevresindeki "girilmez" bölge gibi en uç vakaları ele alarak ve bu bölgelerde yaralanan suç mağdurları adına davalar açarak işe başlamalı. Bu uzun zaman alacak, ancak bu davaların gerçekleri o kadar korkunç ki, bir ihtimal bir mahkemenin dikkatini çekecektir.
V. Sonuç
Bu fikirlere yönelik pek çok mantıklı itiraz var ve ben bunların çoğuna çok az değindim. Ancak yetkisiz el koymalardan muaf olma hakkımızın yerel seçimlerin sonucuna bağlı olmaması gerektiği düşünüyorsak, devlet tarafından özel şiddete karşı korunma hakkımız neden buna bağlı olsun? Hem hükûmetin bireyleri suçtan korumak için yasal olarak yerine getirmeye zorlanabileceği bir görevi olması halinde de dünya yerinden oynamaz. Aksini düşünmek hukuki ve siyasi hayal gücünün yetersizliğidir.
Burada önerdiklerimden herhangi birinin gerçekten yapılacağına dair çok az iyimserim. Demokratlar, bağışçıların finanse ettiği kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, akademisyenler ve çıkar gruplarından oluşan ve polisliğe karşı üstü örtülü bir kampanya yürüten bir ağa bağımlı. Chris Rufo benzeri bir karakterin bu fikirleri Cumhuriyetçi Parti'ye getirmesini çok isterdim ama Cumhuriyetçi Parti'nin burada kaybedecek çok şeyi varken elde edecek hiçbir şeyi yok. Kanunsuzlukla kuşatılmış büyük şehirler ezici bir çoğunlukla Demokrat Partili ve Cumhuriyetçiler müdahale eder de durum iyileşmezse sonucun sorumlusu olurlar. Kırarsanız, satın alırsınız –uzaktan işaret etmek ve gülmek çok daha kolay.
Ancak ahlaki açıdan bakıldığında, kamu güvenliğinin bir vatandaşlık hakkı haline getirilmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Cinayet oranının 1990'lardan bu yana görülmemiş seviyelere geri döndüğünü biliyoruz. Bu artışın bedelini ödeyenlerin ezici çoğunlukla beyaz olmayan topluluklar ve yoksullar olduğunu biliyoruz. Sorunu çözmek için ne yapmamız gerektiğini de biliyoruz. Tek soru, bunu yapmaya istekli olup olmadığımız.
Kaynak: Public safety is a civil right
Egemenin kim olması gerektiği sorusunu görmezden geliyorum, ancak Amerika Birleşik Devletleri'nde sık sık egemenin parlamento ya da kralın aksine "halk" olduğu söylenir. Konfederasyon Maddeleri (Articles of Confederation) çöktükten sonra Alexander Hamilton yürütme organı hakkında, başkanı bir tür egemen olarak tasavvur ettiğini gösteren bir biçimde yazmıştır.
Cinayetleri önlemeye ve çözmeye yardımcı olduğunu düşündüğüm proaktif polislik faaliyetlerine devam ederken, soruşturmalara daha fazla harcama yaparak daha fazla cinayeti çözmeyi tercih ederim.
Kayıtlara geçsin diye söylüyorum, Demokratların bunu yapmasını çok isterdim ama bunun olmayacağını biliyorum.