Gölge – Carl Jung’un Dünyaya Uyarısı
“Herkes bir gölge taşır ve bu gölge bireyin bilinçli hayatında ne kadar az temsil edilir ise o kadar karanlık ve yoğundur. Bir aşağılığımız bilinçli ise her zaman düzeltme şansımız vardır... Ama eğer bastırılır ve bilinçten soyutlanırsa asla düzeltilmez ve en farkında olmadığımız anda patlak vermesi olasıdır. Her bakımdan, en iyi niyetlerimizi bile engelleyen bilinçsiz bir ayak bağı oluşturur.”
Carl Jung, Toplu Eserleri 11. Cilt: Psikoloji ve Din: Batı ve Doğu
Carl Jung iki tür gölgeden bahsediyor: kişisel gölge (kişiliğimizin bilinmeyen karanlık yüzü) ve kolektif gölge (toplumun bilinmeyen karanlık yüzü).
Kişisel Gölge
Jung kişisel gölgeyi şöyle tanımlıyor:
“bir kişinin olmak istemediği şey”
Carl Jung, Toplu Eserleri 16. Cilt: Psikoterapi Pratiği
Kişisel gölge egonun bilinmeyen veya az bilinen nitelik ve özelliklerini temsil eder. Kendimizden gizlemeyi tercih ettiğimiz tüm nahoş özelliklerimizin bütünüdür. Gölge, herkesin sahip olduğu ama bunu bilmemeyi tercih ettiği aşağılıklarını barındırır; bu aşağılıklar bize zayıf, sosyal kabul görmez, hatta kötü gibi gelirler. Gölge, kişi anksiyetenin veya başka hislerin ellerinde, alkolün etkisi olduğunda vs. en belirgin halindedir. Kişi samimi bir sohbet anında birden saldırgan bir ifadede bulunabilir. Küçümsediğimiz şeyleri özümsemek istemediğimizde diğer insanlara yansıtırız.
Kişinin gölgesine aşina olması ve gölgesinin kısmen bilincinde olması mümkün, ancak bu egonun kontrolü altında yapılabilir. Fakat birçok insan gölgelerini tanımamak için o kadar direnir ki ego, gölgenin eylemlerinin farkında bile değildir ve haliyle gölgeyi yönetme imkânı bulamaz. Bu şartlar altında gölge özerktir ve kendini, anlaması güç ruh halleri, asabilik ve acımasızlık ile dışa vurabilir.
Jung, yazılarında psikoterapide gölge ve gölgenin bireylerin hayatındaki yansıtmaları hakkında farkındalık geliştirmenin önemine atıfta bulunuyor. Çoğunlukla olumsuz algılanmasına rağmen gölge olumlu da olabilir. Gölgemizi keşfetmek birçok olumlu özelliklerimize erişmemizi sağlıyor. Jung’a göre gölge:
“normal içgüdüler, uygun tepkiler, gerçekçi kavrayışlar, yaratıcı dürtüler gibi birçok iyi özellikler sergiler.”
Carl Jung, Toplu Eserleri 9. Cilt (1. Bölüm): Archetypes and the Collective Unconscious (Arketipler ve Kolektif Bilinç Dışı)
Jung’un en yakın çalışma arkadaşlarından Marie-Louise von Franz şöyle yazıyor:
“Gölge her zaman bir rakip olmak zorunda değil. Aslında o, anlaşmak zorunda olduğumuz her insan gibidir. Bazen ödün vererek, bazen direnerek, bazen sevgi göstererek; durum neyi gerektirirse. Gölge yalnız görmezden gelindiğinde veya yanlış anlaşıldığında hasımlaşır.”
İnsan ve Sembolleri. 3. Bölüm: Bireyleşme Süreci, “Gölgenin Gerçekleştirilmesi” – M.L. von Franz
Gölge çeşitli özellikler, güçler ve potansiyeller barındırır. Bunları keşfetmemek, kişiliğimizde bir yoksullaşmaya sebep olur ve zihnimizde uykuda olan bu iyi özelliklerin gelişmesini ve somutlaşmasını engelleyen “ayak bağları” oluşturur.
Örneğin bir kişi girişken olmanın kaba veya agresif olduğunu düşünebilir. Böylece öz güvenin yanında dürüst ve saygılı bir şekilde kendini savunma gibi özelliklerden de mahrum kalır. Bu da öngörülülüğün azalmasına, terfi ve zam almasının zorlaşmasına, parasal sorunlara vs. yol açabilir.
Böylece kişi girişken biri ile karşılaştığında derinlerde kin ve suçluluk hisseder, gölgesi karanlıklaşır ve yoğunlaşır. Bu değerli taraflarımız gerçek tecrübeler ile özümsenmeli ve bastırılmamalıdır, bunun için de egonun gururundan ödün vermesi gerekir.
Gölgemiz rüyalarımızda da rüya sahibi ile aynı cinsiyette bir kişi olarak karşımıza çıkıyor. Bilinç dışının karakterimize dair bir “eleştirisi” gibi duruyor, bizi onaylamayan kendi varlığımızın yargısı. Sonuç ise genellikle utanç dolu bir sessizlik.
Gölgemizin barındırdıklarını saptamalı ve kişiliğimiz ile bütünleştirmeliyiz. Bu “gölgenin gerçekleştirilmesi” sürecidir, namıdiğer “gölge çalışması”.
Burada acı dolu ve uzun bir kendi kendini eğitme çalışması başlıyor. Kişi, gölgesi ile uzun ve zorlu müzakerelere girmek zorunda, bunun Herakles'in on iki işinin psikolojik eşdeğeri olduğunu söyleyebiliriz. Kişi, gölge çalışması ile duygusal tepkilerini gözlemleyerek, başkaları ile olan etkileşimleri hakkında kendisi ile tamamen dürüst olarak kendi gölgesini dışa dönük, hayallerini keşfederek de içe dönük şekilde gözlemleyebilir.
Böylece aydınlanabilir ve gölgenin yıkıcı potansiyelini düşürebilir. Bunu karanlığa savaş açarak değil; karanlığı ışığa, ışığa karanlığa getirerek yapar. Jung’un da yazdığı gibi:
“Işık olmadan gölge olmadığı gibi, kusurluluk olmadan da zihinsel bütünlük olamaz.”
Carl Jung, Toplu Eserleri 12. Cilt “Psikoloji ve Simya”
Kişi kusursuzluğu değil, kişiliğin bütünlüğünü hedeflemelidir. Hayat boyu süren bireyleşme süreci egoyu özbenlik ile, kişiliğin bütünü ile hizaya sokarak bireyin bilinçli ve bilinçsiz dünyaları arasında bir denge yaratır.
Gölgemizle yüzleşmek ne kadar korkunç ya da karanlık olsa da gerçeği bulmak bizi rahatlatır. Gerçeğin idraki bir özgünlük sürecidir; olasılıkları ve sınırlamaları, tahribatı, kendimizin ve yeteneklerimizin derinlerdeki unutulmuş kısımlarını keşfetmek için varlığımızın derinliklerine doğru titiz bir kazıdır.
Ancak çoğu insan, bilinç dışının kendilerini nasıl etkilediği bir yana, bilinçli davranışlarının ahlaki yönleri üzerine bile derinlemesine düşünemeyecek kadar tembeldir.
Kolektif Gölge
Gölge, bireyin kişisel hayatının dışındaki bir kaynaktan gelen faktörlerden de oluşabilir. Bu noktada kolektif gölge ile karşılaşıyoruz; toplum ve kültürün karanlık yüzü, bilinmeyen ya da az bilinen tarafları. Kolektif gölge, ortak ve kolektif değerlerimize karşı gelen şeylerden oluşur.
Kolektif gölge insan yaşamının devasa, çok boyutlu, çoğu zaman dehşet verici, yine de kavraması zor bir yönüne, insanların birbirlerine ve doğal dünyaya verdikleri zararın büyüklüğüne ve bu zararın gelecek nesiller üzerindeki büyük etkilerine işaret eder.
Kolektif gölgeyi “karanlık” ve aşağılığın yansıtmasında, şiddet ve zulümde, güncel ızdırapların görünmezliğinde ve sorumluluğun inkârında buluyoruz.
Kolektif gölge kendini savaşlarda, katliamlarda ve soykırımlarda şiddetli olarak gösterse de çoğunlukla çekici bulduğumuz misyoner hareketlerin ardına da gizlenebilir. Örneğin belirli dillerin kullanılmasını zorunlu kılmak gibi; günümüzde yaşadığımız, Orwell’i andıran bir gerçeklik.
İster kişisel ister kolektif olsun, doğası gereği gölgenin varlığı ve etkisi kendini belli etmeden yaygınlaşabilir.
Kolektif gölge vahşet, zulüm, fiziksel acı, hastalık, yoksulluk, yetersiz beslenme, alkolizm, suç, kültürlerin ölümü vb. durumlarda dışa dönük bir şekilde tezahür edebilir. Bireyin kendine, mirasına ve kültürüne karşı nefreti, depresyon ve iktidarsızlık duyguları, intikam arzusu (başkalarına da kendi acısına benzer şeyler yaşatabilmek için) gibi her bireyin zihnindeki karmaşıklıklar arasında da daha içe dönük bir şekilde tezahür eder.
Kolektif gölge tarih boyunca “kötü” olarak adlandırılan şeydir. Hristiyan geleneğinde bu şeytandır ve şeytan tarafından ele geçirilen biri insani özelliklerini kaybeder ve doğası şeytani bir karakter edinir. Jung’a göre kötüye karşı birincil tepkimiz kendimizi tanımak ve bütünlüğü aramak olmalıdır, bu da gölgenin özümsenmesini içerir. Birey:
“Kendine hiç acımaksızın ne kadar iyilik yapabileceğini, hangi suçlan işleyecek kapasitesi olduğunu anlamaya çalışmalıdır.”
Carl Jung “Anılar, Düşler, Düşünceler” XII. Bölüm: Son Dönem Düşünceleri
Belirli bir toplumda bilinen bir mesele olduğunda, inkâr ve yansıtmanın yanında bireysel ve kolektif sorumluluk alınmamasına dair kanıtlar varsa, bu bir gölge sorunu olarak adlandırılabilir. Bu nedenle, – ahlaki, siyasi ve ruhani olarak – sorumluluk almak özellikle can alıcı bir önem taşır. Karanlığımızı sırtlanmamızı sağlayan cesaretimiz, başkalarını da onu bizim yerimize taşımaktan kurtarır.
Örneğin, etkileri devam eden savaşlar, soykırımlar, holokostlar, yaygın zulümler gibi büyük tarihsel ızdırap örneklerine tepki göstermek. İnsanoğlu olarak bu konuda gidecek çok yolumuz var. İnkâr, genellikle "işimize bakma" ve "geçmişi geride bırakma" arzusuyla bağlantılı olarak, en yaygın tutum ve genellikle ilk tepki gibi görünüyor.
Zor ve acı dolu geçmişlerle başa çıkmak için pek çok girişimde bulunulmuştur: vahşetlere destek verildiği için kamuoyu önünde özür dilemek, pişmanlık duymak, savaşlardan sonra tazminat ödemek, büyük acıların yaşandığı yerlere hac ziyaretleri düzenlemek gibi. Ancak gölgenin bütünleşmesinin sadece liderler veya politikalar aracılığıyla sembolik bir düzeyde değil de bir nüfus içinde derin ve yaygın bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacak şekilde geçmişle nasıl başa çıkabiliriz?
Çoğu zaman dile getirilemez gibi görünen şeyleri hatırlamanın ve konuşmanın, mağdurlar, failler ve tanıklar için acı verici bir süreç olması kaçınılmazdır. Böyle bir sürecin başarılı veya makul ölçüde tamamlanmış olarak kabul edilmesi ancak acı, öfke, ihanet, ızdırap ve diğer tüm duygular dile getirilip dinlendikten ve sorumluluklar alındıktan sonra mümkündür. Gerçeği söylemek, zor bir geçmişle yüzleşmenin hem en arzulanan hem de en olanaklı yoludur.
Kolektif gölgeyi akıllara getiren korkunç bir kitlesel psikoz örneği, insanların kişisel gölgeleri aracılığıyla şeytani doğalarına yenik düştükleri Nazi Almanyası'dır. İnsanlar Nazi partisine katıldılar ve normal sosyal şartlar altında yapmayacakları, akıllarına bile gelmeyecek kötülükler yaptılar. Bu anlamda, kişisel gölge kolektif gölgeye giden köprüdür.
Bu yüzden kişinin bilinçsizce kolektif gölgeye yenik düşmemesi için önce kendi iç çatışmalarını (kişisel gölgesini) çözmesi önemlidir. Böylece kişi daha sonra diğer insanları etkileyebilir ve toplum bir bütün olarak daha iyi bir duruma gelir.
"Farkındalık üzerine çalışırsak, savaşın doğasının derinlerine inmeyi biliriz ve deneyimimizle insanları uyandırırız ki hep birlikte aynı dehşeti tekrar tekrar yaşamaktan kaçınabilelim... Savaş bizim içimizde var, ama aynı zamanda herkesin içinde... Her şey patlamaya hazır ve hepimiz eşit derecede sorumluyuz.”
Thich Nhat Hanh, Touching Peace: Practicing the Art of Mindful Living (Barışa Dokunmak: Farkındalıklı Yaşam Sanatı)
Özet - Kolektif Gölgeyle Yüzleşmek
Özetlemek gerekirse, gölgemizin ve bilinç dışı yansıtmalarımızın pasif kurbanları olmamak için öncelikle kişisel gölgemizi kabul etmeli ve onunla uzun ve zorlu müzakerelere girmeliyiz (kendimize ve başkalarıyla olan etkileşimimiz hakkında dürüst olmak, duygusal tepkilerimizi gözlemlemek ve rüyalarımızı keşfetmek). Bu sayede yararlanamadığımız iyi niteliklerimizi kurtarabilir, hayatımızı ve çevremizdekilerin hayatını iyileştirebiliriz.
Böylece kolektif gölgenin bilinçli bir şekilde farkında olabiliriz ve ona yenik düşmeyiz, önemli sorunların inkârını ve bireysel ve kolektif girişim eksikliğini ele alma sorumluluğunu üstlenebiliriz. Karanlığımızı sırtlanmakta göstereceğimiz cesaret başkalarını da rahatlatır çünkü zulmü görmezden gelerek ve gölgenin daha da kararmasına yol açarak tarihin tekerrür etmesine müsaade etmektense gerçeği söylemek zor bir geçmişle başa çıkmanın en arzulanan yoludur.